Ekim ile Aralık arasında kışın yüzü soğuk,soğuk kendini göstermeye başlamıştı. Zorlu, çetin bir kış olacağının haberini verir gibi soğuk dalga, dalga geliyordu. Başını kaldırdığında, kıraç, yazı, yaban, seyrek,sakalı çıkmamış bir gencin suratındaki kıllar gibi, ağaçlar yayılmıştı. Çevreye, çevredeki kuşların, göçün sonunda ağaçlara, kara, kara üzüm gibi konmuşlardı.
Çağıldayarak akan suyun hızı kesilmiş.Yeniden yağacak olan karların erimesiyle yine eskisi gibi coşup çağlayacaktı. örklenmiş kıratlar,son, yeşilimsi çayırların yayılımını yapıyorlardı. Koyunlar sürü halinde yazın bitimini, kırda kalan kırıntıları gevişliyerek, derenin diplerinde azalmış su birikintilerini içiyorlardı. İçerken de kulakları en ufak bir harekete ürkecek tetikte bekler gibi işlerini görüyorlardı.
Balıklar ağzın kenarında, yosunların altlarından saklanarak suyun geldiği yöne doğru çıkıyorlardı, ama su kalmamıştı. Son pınarlarında çekildiği, suların azalmasından beliydi. Kana,kana içiyorlardı koyunlar.
Yamaç tepelerin altı gölgelenmiş, ayazın düştüğü yerler beyaza dönmüştü. Kuşlar, kayaların içindeki yuvalarını korumak için kendi tüyleri ile, kapıyla kapatır gibi kapatmışlardı. Işığın içeri sızacağı kadar yer bırakmışlardı.
Aç kalan yılanlar, açlığını, dışarıda kalan farelerle giderir olmuştu.
Boz, kıraç kurbağaları, toprak keseklerinin ve kaya parçalarının arasına gizlenmişlerdi. Büzülmüş gözlerini, yummuş derin, derin çekerek içine bırakıyorlardı. Höyükler, insan boyundan yüksek, belli aralıklarda, yükselerek kendini gösteriyordu. Tepe olmuştu sanki. Tepelerin başına tırmanmak bile zahmetli, zahmetli olduğu kadar da esen yelin ayrı bir tadını veriyordu.
Tepelerin alt kısımlarında büyük kayalıklar, kayalıkların dibinde biten kara çalılar vardı. Oyulmuş, oyuklar içinde tilkilerin, kurtların, zamanında sığındığı yuvalar oluşmuştu. Şimdi, tilkilerin kaldığı, soğuktan kendilerini korudukları birkaç yerden biriydi.
Karşı kayalıklar, yamaç kayalıklardan farklıydı. Kara, kara duruyorlardı. Renk olarak. Güneşin ışınları vurmuş gibi parlıyordu yamaçlar. Oysa, heyelan olmuş topraklar altındaki kızıllığı üste çıkarmıştı, resmi çizilmiş tablo gibi duruyordu. Bağlar, bağların çıbıkları, sarkmış köklerinden, sararan uçlarına kadar, renkleri gittikçe koyulaşan bozarmış pörtlekler yeniden üzüm verecek gibi tomurcuğa durmuşlardı. Üzümlerini dökmüş, solmuş üzümler, karıncalar, yerdeki boyu yetmeyen böcekler, kalan kırıntıları toplayıp yuvalarına taşıyorlardı. Taşıdıkları kırıntılar bir kış boyu yetecek, yada yetmeyecek, ama gayretle, sabırla taşıyorlardı. Toprak kendi uykusuna uyumak için ağırdan ağıra kendini kapatıyordu. Güvercinler buğday tanelerini sapların arasından topluyorlardı.
iki boğazın gelerek bir noktada teke düştüğü yerde, suyun azalması gibi ağaçlarında çıplak gövdeleri sallanıyordu, rüzgarda. Yapraklarındaki tırtıllar çocuk belenir gibi belenmişti yaprağın arasına. Kışı çoktan getirmiş, uyumuştu, bir daha ki yazı göremeyeceklerdi. Hayatta kalan, direnen, kendi türünden canlılar, diğer türleri yiyerek hayata kalma mücadelesi vereceklerdi. Yolu tamamlanmamış, taşlı topraklı, toz kalkan yollar dökülerek kenarlardan bozulmaya yüz tutmuştu. Ağır vasıtaların gelip gittiği yerler oyulmuş, onarımı beklerken, gelişmesini istediğimiz kasabamız, günler tükendikçe daha da kötüye, gerilere gidiyordu. Çok eksikleri vardı. Vergiler alınıyor, alınan vergiler ile yerine bir şeyler yapılmıyordu. Yenilenmeyen, yapılanmayan yerler çürüyor dökülüyordu. Doğayı koruyamadıkları gibi, doğaya da sahip çıkılmıyordu. Ağaç dikiminde yeşertilmiş, yeşermeye yeni başlayanları kırmakta üstümüze yoktur millet olarak.
Verilen sözler tutulmuyor, 1979 yılında temeli atılan, insanlarımızın büyük umutlar beslediği, hastasının yolarda ölmeyeceği, hekimin yanı başında olacağı, güven içinde kendini eksik hissetmeyeceği, ilçemize hizmet için hastane temelini atmışlardı, gelinen süreçte bir çok başbakan, belediye başkanı, devletin kendisi, devlet dediğimiz zatı büyükler, oy verip de seçtiklerimiz, halkımızı yine hayal kırıklığına uğratmışlardır. Bunla da kalmayıp, baraj temeli atanlar paraları iş yapıp gösterip hortumlamışlardır. Sabırla, sükunetle, Kozaklımıza temeli atılıp, inşaatı bitip, malzemeleri alınıp sonardan bir emirle başka yere taşınan, halkımızın malı olan geri halkımıza iyade edilmeli. Bu kadar harcanan para elde var sıfır, sıfıra karşı bekleyiş. Bu çaresizliğe iten nedir insanlarımızı, çaresiz eli kolu bağlı bırakılarak ne kazanç elde ediyorlar ki?
Nevşehir'in Kozaklı İlçesi'nde 1987 yılında 39 milyon dolar harcanarak yapımı tamamlanan, ancak açılışı bir türlü yapılamayan Fizik Tedavi Rehabilitasyon ve Kür Merkezi'nin hizmete açılması için bakım ve onarım ihalesi yapılacak? Yapılsa bile elde bir şey yok, yok olmaya, çürümeye bırakılacak. Birde onun için paralar çöpe gidecek. Halkın parası halka hizmet karşılığında geri dönmeyecek. Bizi, bizleri kim kurtaracak bu vurdum duymazlıktan, her kaynayan suyun başına yıldızlı hoteler dikmek bu kadar kolayken, bir hastanenin hizmete girmesi mi zor?
Elbete iş alanları yaratılmalı, işsizlere iş bulma olanakları sağlanmalı, ondan önce de sağlığımız önemli değil mi?
Kayseri ile ilçemizin arası yüz kilometre. Kışta, kıyamete revamı bu, kozaklı halkı bunu hak etmiyor. Yurdumuzun her köşesinde bu tür yarım kalan, yapılmış gibi gösterilenleri hiç kimse hak etmiyor. Hak edenler kimler? Ceplerini dolduranlar, sahte evraklar üzerinde kendi vatandaşını soyanlar, kendi devletini soyanlar, devletin içindeki mekanizma çarkı, bu çarkın dişlerinin artık kırılması lazım. Huzurlu, sosyal aktivitelerden yaralanacak, ulaşım kolaylaşacak, kolaylaştıracağımız mekanizmalar artık var, bunlara kimse olmaz diyemez. Vergisini veriyorsak, hizmetini de getirmek zorundadır devlet. Hırsızına, hortumcusuna para buluyorsa, para yaratıyorsa, halkında yaratmak zorunda, hastanemiz açılsın. Yeter artık. Baharı bekleyen çiçekler açsın. Dalında solmasın. Köylerimize toz, toprak, çamurlu, oyuk, oyuk yollardan gitmeyelim, can içinden can kopmasın yollarda. Kader alın yazısı deyip boyun bükülmesin. Uzak erişilmez yollarda hayat bitmesin.
Gururla bakalım, gelişmiş ülkelerin insanlarından ne farkımız var. Bizlerden onları farklı kılan nedir? Onlar insan ise bizler başka bir canlı mıyız? Hayalini kurduğumuz dünyanın, hayal olmadığını, bunun gerçek olduğunun bilincine eriştiğimizde gerçekleştiririz halk olarak.
Tepenin başında oturup dalmışım uzaklara. Kendime geldiğimde yıllar akıp gitmişti. Değişen bir şey olmamıştı. Her şey yerli yerinde, daha da gerilere gitmişti. Bir umutla, bir heyecanla bekliyorum açılmasını, açılacak haberini, her yıl. Gözüm kapalı giriyorum. Girerken ne değişti neler değişmiş diye bakınıyorum çevreme. Sonra yanıldın diyorum. Yanılıyorsun, kandırıldın diyorum. Devamlıda kandırılacaksın böyle giderse, diyorum.
O tepenin başında hep kış var. Bahar gelmiyor tepelerimize diyorum. Tırmana, tırmana çıktığım yokuşu koşarak inmek istiyorum. Çok mu görüyorsunuz? Hak etmiyoruz değil mi? Bunları hak ettiğimiz hiç bir zaman olmadı ki, olmayacakta. Gözlerimde yıldız ışıması gidiyor. Yüzümü dönüp bakamıyorum sana kozaklı. Gururla tepenin başında oturup bekliyorum. Bekleyeceğim. Baharı yazı unutma….
Yusuf Ter 16.12.2006
Saat 15:06 İsviçre
Kozaklı da Hastanemiz Yok Bizim
Yıl dokuz yüz yetmiş dokuzlar idi
Kozaklı da hastanemiz yok bizim
Sözde temel hiçbir türlü bitmedi
Kozaklı da hastanemiz yok bizim
Her dört yılda seçimde uğruyorlar
Koyun gibi sayarak sürüyorlar
Fukaranın hep sırtından yiyorlar
Kozaklı da dertlerimiz çok bizim
Gelen hasta geri döner evine
İcraat yok bu yetimler sevine
Seçim yakın gelirler oy avına
Kozaklı da sinemizde ok bizim
Nice bitmez çileleri var halkın
Gelişmiş o ülkelere bir bakın
Utanmazlar ateş koyurun yakın
Kozaklı da bu saydığım hak bizim
Doğu gibi hiç farkı yok yöremin
İç Anadolu'mu görmez kör emin
Tuzu cahil bu onmayan yaramın
Kozaklı da nerde hani tok bizim
Sesi çıkmaz boyun eğer yolsuza
Hiçbir düzen hal bırakmaz halsıza
Dili yoksa kim neylesin dilsize
Kozaklı da ev bark varsa yak bizim
Der Yusuf'um ağlar gider kozaklım
Düşündükçe beyinim şaşar buz aklım
İçerimde isyan patlar ey halkım
Kozaklı da yüreğimiz çok bizim
Yusuf Ter 17.03.07
Saat 23:44 İsviçre
|