''Devrim"in bir çok Hint-Avrupa dilindeki karşılığı olan kelime ("Revolution", "Revolucion", "Rivoluzione" vs.), orijinal anlamında gök cisimlerinin dönüş hareketlerini ifade eden bir astronomi terimiydi. Kopernikus'un eseri De revolutionibus orbium coelesetiumdan sonra bilimde yaygınlaşan bu kavram, 17. yüzyıldan itibaren sosyal ve politik altüstlüklere de işaret etmekte kullanılır oldu. Kelimenin sözlüklerdeki karşılığı aşağı yukarı şöyledir:
1.Kurulu bir hükümetin veya politik sistemin zorla ve tamamen yıkılması;
2. Toplumsal yapıda aniden meydana gelen, genellikle şiddetle yaratılan, radikal ve yaygın değişiklik;
3. Herhangi bir şeyde meydana gelen bütünsel ve bariz değişiklik;
4. Mekanik ve astronomide bir cismin kendi etrafında veya başka cisimler etrafında dönüşü.
Hint-Avrupa dillerinde, bu kelimenin toplumsal eylemdeki ahlaki değeri belirsizdir: Bilimde insanlık yararına ceryan eden önemli gelişmelere de bu kelimeyle işaret edilirken ("Scientific Revolution" gibi), Hitler yada Mussolini'yi iktidara getiren olaylara da bu kelimeyle işaret edilmektedir.
Bugünkü Türkçe'deki "Devrim" ise, genellikle olumlu bir mealde kullanılır.
Öztürkçecilik katliamından önce Türkçe'de işlek olarak var olan "İnkılap" ve "İhtilal" kelimeleri, bu konuyla ilgili anlayışımıza, daha dakik kavramlar sağlıyordu.
"İnkılap" genellikle olumlu bir doğrultuda olan radikal değişikliği, yeniliği, dönüşümü ifade eden bir kelimeydi. "İhtilal" ise, genel olarak, "inkilab”ın askeri yönünü ifade ederken, özel olarak baş kaldırma, ayaklanma, kalkışma, kargaşa, isyan durumunu anlatır ve psikolojideki kullanımından çıkardığımız kadarıyla (ihtilal-i heyacan-i: depresyon; ihtilal-i nutuk: konuşma düzensizliği; ihtilal-i şuur: paranoya), çok zaman bir olumsuzluğa işaret ederdi. "İnkılap" aynı zamanda, mekanik ve astronomide -"Revolution" gibi- dönüş hareketini ifade etmekte kullanılırdı. Bu yazıda "Devrim”, daha ziyade "inkılap" anlamında kullanıldı.
SOSYAL DEVRİMLER
Kapitalizmin doğuşu, monarşilere karşı fert hak ve hürriyetlerini temel alan bir dizi sosyal devrimi (ihtilali) mümkün kıldı.
Olumlu sonuçlar bırakmakla birlikte, monarşinin restorasyonuyla noktalanan onyedinci yüzyıl İgiliz Devrimi, tarihinin ilk önemli sosyal devrimiydi.
Osekizinci yüzyılın ilk önemli devrimi olan Amerikan Devrimi (1776), hedeflerine ulaşmış ilk sosyal devrim oldu. Yüzyılın ikinci önemli devrimi olan Fransız İhtilali (1789), hedeflerine ulaşmak şöyle dursun, eskisinden daha yoğun bir despotizmi getirdi.
Bu iki devrimin liderlerindeki değişik iki tarz, takipçisi oldukları farklı iki politik felsefeye karşılık düşüyordu::
Amerikan Devrimindeki felsefe; tarihin ve mevcut realitenin akıl yoluyla tahlilinden doğmuş, toplumun temel birimini fert olarak gören, toplumsal dönüşümün hiç bir hazır reçetesi olmadığına, ilerlemenin zorla ve birdenbire değil fertlerin hür etkileşimiyle tedricen doğacağına inanan, Devlet mekanizmasına hep şüpheyle bakan ve onu sınırlandırmak için tedbirler düşünen, rasyonel ve ferdiyetci bir felsefeydi.
Fransız İhtilalindeki felsefe; dinlerden devralınmış "Cennet" fikrinin laikleştirilmesinden ibaret bir ütopyadan doğmuş, merkezine fert gibi somut bir kavram yerine, "Millet", "Sınıf" gibi soyut bir kavramı koyan, bu vücutsuz kavram adına hareket ettiğini iddia eden bir grup elitin, ütopyanın gerçekleştirilmesi için vahyedilmiş dogmayı hayata geçirmek için giriştiği pratik sırasında, bir sürünün elemanı olarak gördüğü ferde karşı zor kullanmayı (Devleti), geçici olacağı bahanesiyle meşru gören, mistik ve kollektivist bir felsefeydi.
Amerikan Devriminin başarısının ve Fransız İhtilalinin sukutunun en önemli sebepleri, bu iki tarzdan hangisinin belirginlik kazandığıyla yakından ilgilidir. Bir süre iki tarz arasında salınan Fransız İhtilali, mümkün olan demokratik yapıları kurabilecek hürriyetci guruplar yerine, o güne kadar yazılmış bütün ütopyaları, "Faziletin Terörüyle"yle gerçekleştirmeğe çalışan jakoben otoriteryenler elinde kaldığı için yenildi.
Amerikan Devrimcilerinin hemen hepsinin hürrriyetci tarza sahip olması, bu devrimin başarısının en önemli sebeplerinden biridir. O gerçekci insanlar, ekonomik ve politik esenliğin mucize gibi birden bire doğmayacağının bilincinde olarak, bunu süreç içinde mümkün kılacak yeni bir hükümet yapısının, hükümetlerin yetkisini sınırlayan yeni bir anayasa anlayışının, fert hak ve hürriyetlerini esas alan ilk demokrasinin temellerini attılar (Yunan Demokrasisinde; fert, kollektivite için kurbanlık hayvandı).
Kendilerinden başka herkesi sadece maddi çıkarın motive ettiğini zanneden bazı kollektivistler;
Amerikan Devrimini "sadece çıkarlarını korumak isteyen burjuvaların eseri" zanneder.
Amerikan Devrimcilerinin bazılarının zengin olması olgusu, insan açgözlülüğüne değil, insan vekarına işaret eder; çünkü o insanlar, müreffeh hayatlarını, servetlerini, demokratik bir ihtilale katılarak tehlikeye atacakları yerde, komşularından bazıları gibi İngiliz monarşisinin uşaklığına girişebilirler; ya da ihtilalin başarısından sonra, ademi merkezi ve demokratik bir sistem yerine, tersine doğrultudaki kuvvetli politik akıntıya katılarak, İngiliz-tipi, merkezi bir sistem kurabilirlerdi.
Gerçek şudur ki, Amerikan Devrimi; filozof, mucit, bilgin, işçi, müteşebbis, devlet adamı Benjamin Franklin, avukat, bilgin, müzisyen, filozof, çiftçi, Thomas jefferson, Fransız Devriminin anti-jakoben akıl hocalarından, ilk uluslararası sosyal devrimci, gemi işçisi, mucit, filozof Thomas Paine gibi Rönesans tipi filozof-üretici insanların eseridir.
Thomas Jefferson'un yazdığı, Fransız İhtilali İnsan Hakları Bildirisine ilham kaynağı olmuş 1776 Bağımsızlık Bildirisi, gerçek her devrimin temel düsturlarını sayıyordu:
"Şu hakikatlar aşikar adderiz :Bütün insanlar eşit yaratılmıştır; Yaratıcıları tarafından belirli ve vazgeçilmez haklarla donatılmışlardır; bu haklar arasında Mutluluğu Aramak, Yaşamak ve Hürriyet vardır; bu hakları emniyete almak için insanlar arasında siyasi yönetimler teşkil edilir ve bu siyasi yönetimlerin kudretlerinin meşruiyeti, ancak yönetilenlerin mutabakatından doğar."
OTORİTERYEN 'DEVRİM' TEORİSİ
Ondokuzuncu yüzyılda yukarda bahsettiğimiz iki devrimci tarzdan hürriyetçi olanı, Amerika'da itibarını korudu. Amerikan Devriminin ikinci zirvesi olan Köleliğin İlgası hareketi (1861-1865 İç Savaşı), bu eğilimin eseridir.
Hürriyetçilik, 1871 Paris Belediyesi Devriminin de en güçlü eğilimi idi. Bu devrimin karşı-devrimcilerce yenilgiye uğratılması, hürriyetçi eğilimi ümitsizliğe sevkederken, otoriteryen eğilimi güçlendirdi. Hürriyetçi eğilimin temsilcileri olan anarşist filozofların genellikle şiddet aleyhtarı tutumuna rağmen, anarşist hareketin terörist maceraperestler elinde kalması, hürriyetçi eğilime itibar kaybettirdi; artık devrimci mücadele giderek otoriteryen ve kollektivist bir karaktere bürünecekti.
Devrimci mücadeleye giderek hakim olan otoriteryen ve kollektivist eğilim, çeşitli gelişmelerden sonra marksizme vardı.
Tarihin bir "sınıf savaşı" olarak algılanması gerektiğinin Linguet ve Saint-Simon gibi düşünürler tarafından öne sürülmesi, onsekizinci yüzyıl sonunda Babeuf tarafından ima edilen "Proletarya Diktatörlüğü" kavramının Weitling ve Blanqui tarafından bir devrim tipi olarak geliştirilmesiyle birlikte, ondokuzuncu yüzyıl başlarında toriter-sosyalist bir ihtilal teorisi doğmuştu.
Bu teorinin itibar kazanmasıyla birlikte, hürriyetci devrimci teoride merkez olan somut insanın yerini, "Sınıf", "Proletarya" gibi vücutsuz kavramlar alırken, hürriyetin yerini "Diktatörlük", insanların gönüllü birliklerinin yerini ‘Devrimci Devlet’ alıyordu.
Kendisinden önceki devrimcilerin teori ve retoriklerini, Hegel diyalektiği, Feuerbach materyalizmi, Proudhon mülkiyet teorisi, İngiliz Klasik Ekonomistlerinin teorileriyle sistemleştiren Karl Marx, otoriter-sosyalist devrim teorisinin bütünleştiricisi oldu.
Marx, çağdaşı hürriyetci-fertçi (anarşist) devrimcilerin şiddetli eleştirilerinin etkisiyle bazan somut insan (fert) üzerinde düşünmekle birlikte ("Yabancılaşma Teorisi"ni Marx'tan önce anarşist Max Stirner geliştirmişti), teorisini genelllikle kollektivist kategoriler üzerinde kurdu. Hürriyetci-fertçi devrimcilerle yaptığı mücadeleden zaferle çıkan Marksizm -İspanya İç Savaşı gibi istisnalar dışında-artık bütün ‘devrim'lere damgasını vuracaktı.
Marksizm, kapitalizm ve modern demokrasi öncesi dönemden arta kalan, Amerikan Devrimcileri ve Avrupalı hürriyetci-fert devrimcilerin bir kısmı dışında bütün eski devrimcilerin sahiplendiği bir miti devraldı: insan yada toplumun tabiatında kendiliğinden bir cins "iyi" vardır; bu “iyi”nin serbest kalması için devrimci ameliyat (mevcut sosyopolitik örgütlenmenin ortamın birdenbire ortadan kaldırılıp, yerine "iyi"liği doğuracak örgütlenmenin konması) mümkün ve yeterlidir.
Dünyaya mistisizme düşmeden bakabilenler için, yirminci yüzyıl bu miti yıktı. İnsan tabiatında varolan bir saldırganlıktan -dolayısıyle "kötü"den- bahsetmek mümkündü belki; ama, dünyevi, rasyonel, fert haklarının merkezi bir yer tuttuğu bir felsefeden yoksun bir toplumun "iyi"liğine ancak kesişler inanabilir. Faşist, Sovyetik ve ileri kapitalist deneylere atılacak bir nazar bu miti çürütmeğe yeter.
Filozoflar, şairler toplumu Almanlar, ne yapacağını yıllardır büyük bir açık sözlülükle ilan etmiş olan Hitler'i ("Kavgam" 1925'den 1932'ye kadar politik "best seller" olmuştu) oyla iktidara getirdi ve onun peşinde canavar kesildi.
Toplumdaki bütün sıkıntılardan kapitalist üretim biçimini sorumlu tutanlar, bu üretim biçiminin yok edildiği Sovyetik sistemlere bakarak yanıldıklarını anladılar: o sistemler daha hür olmak şöyle dursun, rekabet ettikleri ileri kapitalist toplumlardaki hür politik sistemlere kıyasla tarih öncesi despotizmler haline geldi; insanları, "iyi"ye doğru temelden dönüşmek şöyle dursun, kapitalist ülke insanından bile daha az yaratıcı daha apolitik sarhoşlar olarak kaldı.
Öte yandan, ileri kapitalist Batı'nın insanları, sahip oldukları büyük hürriyet, ekonomik bolluk, boş zaman, olğanüstü bilgilenme imkanlarına rağmen; filozoflar haline gelmek şöyle dursun, büyük bir kısmı tüketim eğlencelerinden başka hiç bir şeyle ilgilenmeyen çocuklar veya uyuşuklar halinde kalmayı tercih etti ve bu halini -totaliter ülke insanından farklı olarak- hiç bir fiziki tehdit .altında olmaksızın kabullendi.
Dolayısıyla, ekonomik ve politik engellerin kalkması, insanın insanca bir hayat yaşaması için gerekli fakat yetersiz bir şarttır; bu engellerin kalkmasından sonra ne tür bir hayat yaşayacağına her fert -hariçten yapılacak hiç bir baskıya aldırmaksızın, dünyayla ilgili genel değerlendirmesine, felsefesine ya da felsefesizliğine uygun olarak- kendisi karar verir.
Bitki olarak yaşamak istemeyip, insan gibi bir hayat yaşamaya karar verirse, insanca hayat otomatikman doğmaz, bireysel bir gayretin sonucu ortaya çıkar. Ferdin bu gerçeğini dikkate almayan, onu eriten kollektivist bir politik sistem, birey önündeki bu iradi faaliyet imkanını da ortadan kaldırdığından, gericidir; ancak mutsuzlar ve uyuşuklar toplumu yaratabilir.
MARKSİST 'DEVRİM'LER
Yirminci yüzyıl Marksist 'Devrim'ler çağı oldu. Dört kıtada Marksist devletler kuruldu.
Bir 'mit'le (kapitalizmin gericiliği, kollektivist sosyalizmin ilericiliği) mücehhez bir grup ihtilalci, savaş, yabancı işgali gibi konjonktürel sosyal hareketliliklerin müsait ortamında, şiddet yoluyla iktidarı ele geçirip, her türlü muhalefeti ölümcül bir biçimde tasfiye edip, kültürel ve ekonomik her faaliyeti kapsayacak ölçüde merkezi devletler kurdular.
Bu tip devleti mümkün kılan teorik mühimmat Marksizm tarafından sağlanmıştı. Mesela,Komünist Manifesto'nun (1848) asgari programından bazı maddeler okuyalım:
"5. Kredi mekanizmasının, Devlet sermayesi ve tekeliyle kurulmuş bir milli banka yoluyla Devlet elinde merkezileştirilmesi.
"6. Haberleşme ve ulaşım araçlarının Devlet elinde merkezileştirilmesi.
"7. Devletin sahip olduğu fabrika ve üretim araçlarının yayılması..."
"Devrim" kavramını, felaket anlamında değil de radikal ve olumlu bir değişiklik anlamında kullanıyorsak, bu marksist 'Devrim'ler sonucu ortaya çıkan yapıları hangi ayık insan beğenebilir?
İç savaşları bittikten yıllar sonra, Stalin’in tam diktatör olduğu dönemde (1930 ile 1953 arası ), savaşta ölenler hariç 15 milyon insanı zoraki çalışma kamplarında, açlık ve hastalık içinde telef edip, ‘Devrim’i yapan kadronun hemen hepsi aralarında olmak üzere bir milyon insanı, siyasi suçlardan dolayı idam ettikten sonra vardıkları bugünde; insanlarının sahip olduğu hürriyetleri herhangi bir antik despotizm altında olduğundan farksız olan bir sosyal sisteme (SSCB) yol açan bir sürece neden devrim diyelim?
Ülke nüfusunun üçte birini (iki milyon şehirli insan) "kapitalizmin yozluğuna bulaştı" diye hunharca katleden vahşete (Kamboç `Devrimi') neden devrim diyelim?
Adeta "Büyük Birader"in kitap sayfalarından hayata sıçraması halinde olan, oğlunu tahtına veliaht tayin ederek ilk komünist hanedanı kuran diktatörün yaptıklarına (Kuzey Kore `Devrimi') neden devrim diyelim?
Örnekleri mevcut Sosyalist ‘Devrim'lerin sayısı kadar uzatabiliriz.
DEVRİMİ TANIMLAMAK
Bir kavramı kullanarak niyet edilen amaç ile, o kavramın gerçekte işaret ettiği şey arasında böyle bir zıtlık varsa, ya bu kavram hiç tarif edilmemiştir, ya da yapılan tarifler eksik veya yanlıştır.
"Devrim" kelimesinin başlangıçta verdiğimiz sözlük anlamları (alt-üstlük bağlamında) yanlış değil, fakat çok genel. Herhangi bir şey hakkında düşünmek ve yargıda bulunabilmek için o şeye işaret eden kelimeye sarih ve spesifik bir anlam verebilmek, o kelimenin tekabül ettiği maddi gerçekleri teşhis etmek gerekir.
Olumlu anlamda "Devrim" kavramını nasıl tanımlamalıyız ki, beğenmediğimiz bir altüstlüğe "Devrim" demek durumunda kalmayalım?
Devrim; evreni, insanın var kalmasına daha uygun hale getirmek için mümkün ve anlamlı değişiklikleri gerçekleştirme faaliyetlerinin, hızlanarak ceryan ettiği bir süreçtir.
Tanımımdaki kavramları -insan kavramı en sonda olmak üzere- açıklığa kavuşturayım.
"Evren" dünya ve diğer gök cisimleriyle, bunlar üzerinde ve arasında varolan bütün canlılar, maddeler, enerji şekilleridir. Dolayısıyla; Devrim, sadece sosyopolitik alanda değil, başta bilim olmak üzere insani her faaliyet alanında olur.
"Mümkün değişiklik" belirli bir tarihsel bağlamda yapılması gerekli olan ve mevcut tarihsel kuvvetler açısından imkansız (ütopik) olmayan iyileştirmedir. Yani, belirli bir tarihsel bağlamda mümkün olan belirli bir devrim türü vardır: "Burjuva Devrimi", "Proletarya Devrimi" diye bir şey yoktur; devrimin referans sistemi, insandır, somut ferttir.
Her büyük değişiklik devrim olmayıp, sadece anlamlı bir değişiklik devrimdir.
"Anlamlı değişiklik" belirli bir tarihsel bağlamda, yapılmasıyla birlikte yeni ve ileri bir yapı ortaya koyan ve Devrim'in müteakip aşaması için kolaylaştırıcı bir çerçeve sağlayan iyileştirmedir. Hürriyet ve Demokrasi tesis etmek amacıyla yola çıkmış bir politik hareket, ülkedeki ekonomik ve kültürel her faaliyeti Devletin yönetimi altına koymayı başarırsa, büyük bir değişiklik gerçekleştirmiş olur; ama devletçiliğin bu amaçlara varmak için yeni bir çerçeve yaratmak şöyle dursun, tam tersi sonuçlara yol açtığı tarihsel bir olgu halinde ortadayken; bu değişiklik, anlamlı, devrimci değildir.
"Hızlanmışlık" kavramı, insanlık tarihinin bir anlamda sürekli bir Devrim halinde kavranmasından kaynaklanır.Geçici bazı geri gidişlere rağmen insanlık, sürekli olarak iyiye gitmektedir. Devrimler, bu evrimin hızlandırılmış saflarıdır. Onun için, her an ve şart altında Devrim amacı için yapılabilecek bir şey mevcuttur.
Dolayısıyla; Devrimi, anlık bir mucize gibi gören (iktidardan başka bir şey düşünmeyen) Mesih'ci hareketler, devrimci değildir.
DEVRİMİN ÖZNESİ VE NESNESİ OLARAK İNSAN
Devrim insan için yapılır; dolayısıyla, devrim tanımımdaki temel kavram, insandır, onun tabiatıdır, hayatta var kalma tarzıdır. İnsanın tabiatı, yani insanı diger canlılardan ayırt eden özelliği, akıllı oluşudur.
Akıl, insanın duyu organlarının sağladığı malzemeyi kavramlaştırma kabiliyetidir. İnsanın, insan olarak hayatta kalabilmesi, aklını kullanmasıyla -yani, uyanık olduğu her an, dünyayı kavramsal ve duyumsal olarak izlemek, karşılaştığı her veriyi değerlendirebilmekle- kabildir.
Bir sel, bir hayvan sürüsünü yok edebilir; insan baraj yapar. Bir kurt sürüsünün saldırısı, bir koyun sürüsünü yok edebilir; insan fert haklarını koruyan Anayasa yapar.
Hayvanların hayatta kalma aleti olan içgüdülerden farklı olarak insan aklı, otomatik çalışmaz; iradi çaba gerektirir: İnsan, hangi genel faaliyetleri icra edecegini belirli bir hayat felsefesinin rehberliği altında seçer, özel bir faaliyet için somut olarak ne yapacağını, elindeki bilgileri değerlendirerek karar verir. Ve herşeyden önemlisi; insan, aklını, tek başına, fert olarak icra eder: ‘Kollektif akıl’ diye bir şey yoktur; bir milyon budalalık, bir adet akıllılık yaratmaz.
İnsanın (aklın) ancak serbest tercihler ve yargılar yapmak suretiyle işleyebileceği gerçeği, aklın yanılmaz olmayışı yüzünden yaptığı hatalardan öğrenebilmesi ve başarılardan teşvik olması ihtiyacı, hürriyeti gerekli kılar.
İnsanların zorla davrandırılması, insanı akıl kullanma (serbest tercih ve yargılama) mecburiyeti gibi değişmez bir hakikatin varlığını inkar etmektir. İşte, halka rağmen (fertlerin kendi akli değerlendirmelerine aykırı) olan, antidemokratik olan, hürriyetsiz olan her `devrim' hakikate aykırı olduğu için, başarısızlığa mahkumdur.
Hangi politik değişim iyidir, devrimdir?
Her canlının kendi hayatı, o canlının sahip olması gereken kıymetlerin (değerlerin) standardıdır. Dolayısyla; bir canlının yeryüzünde var kalmasını sağlayan, hayatını ilerleten bir şey iyidir, tehdit eden kötüdür. Akıl, insanın temel hayatta kalma ve mutluluk aracı olduğundan, insanın akıllı bir varlık olarak (hür birey) davranabileceği bir politik sistem iyidir, davranamayacağı sistem kötüdür.
DEVRİMİN GARANTİSİ OLARAK İNSAN HAKLARI
Devrim, fert haklarının, Devlet-Millet-Kollektif-Sınıf-Parti-Toplum yararı gibi bahanelerle feda edilmediği bir politik sisteme doğru yapılmış bir hamledir. Hangi bahaneyle olursa olsun insan haklarının ihlali, devrimlerin yozlaşması olgusunun başlangıcını teşkil eder.
Hak kavramı; belirli bir toplumsal bağlamda, bir insanın faaliyet hürriyetini tanımlayan ve kutsayan, ahlaki-politik bir prensiptir. Hak, bir insanın kişisel ahlaki sistemiyle toplumun hukuki sistemi arasında, yani ahlakla politika arasında bir köprüdür. Bu anlamda fert hakları, toplumu ve siyasi yönetimi ahlaki bir sistemde çalışmaya zorlayan bir araçtır.
Fert hakları, bir takım faaliyetleri yapabilmek için var olan hürriyetlerdir; herhangi bir şeyin garantisi değildir. Tabiat ve toplum, insana başarılı ve mutlu bir hayat garanti etmez: toplumsal engellerin hepsini bertaraf etmiş olsak bile, her insan kendi tercihlerinin, yargılarının isabeti oranında, aklını kullanmakta gösterdiği etkinlik oranında, esenlik bulacaktır.
Bir devrimin yapabileceği en iyi şey, fertlerin insana yakışır bir hayatı seçebilecekleri şartları, hürriyeti tesis etmektir. Kurulacak politik sistem, mutluluğun garantörü değil (olamayacağı için), hürriyetin bekçisi olmalıdır.
İnsanlara mutlu bir hayatı garanti etmek amacıyla ya da mitiyle yola çıkmış politik sistemler ("Refah Devleti", "Sosyal(ist) Devlet" vs.), bu mutluluğu sağlayamadığı gibi, insanları ya rehavetin uyuşturuculuğuna ya da hürriyetsizliğin kederine itmiştir.
İnsan mutluluğu, ancak o insanın kendi ferdi, iradi eyleminin; toplum mutluluğu ise devlet zorunun değil, insanlar arasındaki gönüllü işbirliğinin eseri olabilir.
Devrimci bir toplumsal sistem, toplumun en temel ve kutsal birimini fert olarak gören, fertlerin bütün potansiyellerini sonuna kadar kullanabilecekleri bir hürriyet yaratan,
onu her an uyanık tutacak, her faaliyetinde aklını icra etmeğe zorlayacak sistemdir.
FERT HAKLARI VE KOLLEKTİVİZM
Fert haklarının ezeli düşmanı kollektivizmdir. İnsanlar arası gönüllü işbirliğinden farklı olarak kollektivizm, birey haklarını çok sayan, bireyin hayatını ve emeğinin sonuçlarını vücutsuz bir mistik bütünlüğe (kollektif) ait sayan, gurubun bireyi her an feda edebileceğini kabul eden bir doktrindir.
Bu mistik bütünlük, dün "Din, Ümmet, Gaza, Cihat, Müminler" idi; bugün "Devlet, Millet, Sınıf Mücadelesi, Devrim, Sınıf, Toplum" oldu. Kollektivizmde, kollektif bütünlüğe verilen ad ne kadar sempatik görünürse görünsün ("Toplum" gibi), daima o kollektif adına iş gören bir gurup azınlık, çoğunluk üzerinde tahakküm kurar. Böyle bir doktrinin hayata geçirilebilmesinin tek yolu, kaba kuvvettir; ve bu doktrinin politik uygulaması daima Devletçilik yoluyla olmuştur.
Devrim "yeni" demektir; oysa her türlü kollektivizmde yeni olan -kollektif ünitenin adından başka- hiç bir şey yoktur. Kollektivizmi savunan her türlü hareket onun için gericidir.
Fransız ve Sovyet İhtilallerinde egemenlik kazanan kollektivist eğilim, onların başarısızlığının temel sebebidir. Fransız İhtilali ardından önce Napoleon despotu, arkadan Bourbon hanedanının kendisi geri geldi.
1917 Şubat Sovyet Devrimiyle yıkılan Romanov'lar, Rusya'ya geri dönemedi. Ne var ki Sovyet İhtilalinin 1917 Ekim Bolşevik Darbesiyle birlikte yozlaşması, Romanov tahakkümü yerine muhaliflerine karşı Romanov despotlarından daha acımasız olan Bolşevik azınlığın tahakkümünü getirdi (Bolşevikler 1917 Ekiminden sonraki ilk seçimde, öteki devrimci partilerin yüzde 75 oyuna karşılık ancak yüzde 25 oy alabilmişti). Bolşevik yönetimiyle birlikte; Sovyet halkı, eskiden hiç değilse Dostoyevski'lerin, Gogol'leri, Puşkin'leri, Turgenev'leri çıkmasını mümkün kılacak ölçüde var olan, yüzlerce değişik görüşlü politik gurubun çıkmasına imkan verecek ölçüde varolan sınırlı hürriyetlere de veda etti.
Bu iki ihtilaldeki kollektivist eğilim, onların ‘Devrimci Devlet’ kurma çabalarında kristalleşir. ‘Devrimci Devlet’ terimlerde çelişkidir. Devletin doğal eğilimi, bütün sosyal faaliyetleri merkezileştirmek, daraltmak, tekelleştirmektir; Devrim ise, tersine, onları yayan, genişleten bir süreçtir. Yani, Devlet kuramsal ve statiktir; Devrim canlıdır, dinamiktir. Bu iki eğilim uyuşmaz, birbirini tahrip eder. Çarlık polisi Okhrana'nın adını Çeka (veya GPU veya KGB) diye değiştirmek, halk üzerinde yaratığı terör açısından bir şey farkettirmek şöyle dursun, Okhrana'nın yerini alanlar, ondan farklı olarak -Lenin zamanında bile- devrimcilerin ailelerini de hapse atmak türünden daha zalimce bir çok yeni usul geliştirmişti.
Devrim bütün sanayi ve ticaretin, kültürel faaliyetlerin Devlet elinde toplandığı, dolayısıyla bir grup bürokrat diktatörün eline verildiği bir politik sistemin (otoriter sosyalizm) insanların başına musallat edildiği bir hadise değil, insani her işin fertler veya onların gönüllü mukaveleli birlikleri tarafından görüldüğü; siyasi yönetimin görevlerinin, sadece fertleri fiziki cebre karşı korumakla sınırlı olduğu bir politik sisteme doğru yapılmış bir hamledir.
Jefferson'un dediği gibi "en iyi hükümet, en az hükmedendir."
DEVRİMCİ KİMDİR?
Devrime şuurla katılan insan, devrimcidir. Devrime şuurla katılmak, onun amaçlarını bilmek, benimsemek ve o amaçlarla çelişmeyen biçimde davranmak demektir.
Devrimci rasyonel bir insandır; dolayısıyla mistisizm düşmanıdır: duyu organlarıyla, aklıyla muteber kılamadığı, delilsiz hiç bir iddiaya inanmaz; şuurumuz dışında bir gerçeklik mevcut olduğunu, bunu duyu organları ve akli süreçlerle mükemmelen kavramanın mümkün olduğunu, fakat bunun hiç bir kestirme yolunun (her şeye kadir bir`devrimci teori') olmadığını bilir.
Devrimci; çabasının merkezini, "Toplum", "Sınıf", "Devlet","Sosyalizm" gibi her tarafa çekilebilecek mistik kavramlar değil, fert olarak insan yapar. Rasyonel bir insan olduğu için gerçeği algılamakta kullandığı alet, heyecan değil akıldır. Heyecanlarının, arzularının nesnesinin kimliğini tam tespit etmeden bir şey istemez: "Ben Devrim istiyorum, onun için Devrim lazım!" demez, "Ben şunu istiyorum, onun için Devrim lazım." der.
Devrimci bağımsızdır: aklın süzgeçinden geçmeden, gelenek, moda, usul, slogan olmuş her şeyi reddeder; kendi bağımsız yargısından başka hiç bir ‘usta’, ‘otorite’ tanımaz; uğradığı muhalefetin alabileceği şekiller ne olursa olsun, yaratıcı faaliyetlerinde bir bütünlük sağlamaya çalışır. Sadece hakikate sadıktır: müşahade edilmiş ve kendi kanaatleriyle çelişen olguları görmezden gelmez, kendi inançlarına uydurmak için bükmez, hakikati yeniden yazmaz; olguların talep ettiği doğrultuda düşüncelerinde en radikal değişiklikleri gerçekleştirebilir.
Devrimci asiden farklıdır. Asi, kendi hakkı yenmişlik sanrısına tepki olarak devrime katılıp, yıkmak istediği despotun tahtına geçmekten başka bir arzusu olmayan, otoriteye karşı davranıp, otoritenin tabiatındaki hastalıkları sorgulamayan insandır.
Devrimci fanatik değildir. Fanatik, kendine duyduğu marazi sevgiden (narsisizm) ya da aklını icra etmede gösterdiği isteksizlikten dolayı dış dünyayla irtibatını kaybetmiş olan, bu yüzden duyduğu korku ve yalnızlıktan bir kaçış olarak vücuden yada fikren katıldığı bir tekkenin doğmalarından başka hiç bir ‘hakikat’ tanımayan insandır.
Devrimci, devrimi pratik yaratıcılik alanı olarak değil, satranç, matematik, teorik bilimler gibi teorik hayal gücü alanı zanneden fildişi kule entellektüeli değildir. Politik düşünce, dolayısıyla devrimcilik, var olmayanı görmemek ve gereğinde davranmak üzere var olanı görmek kabiliyetinin öğrenilmesiyle başlar.
Devrimci nihilist değildir. Nihilizm, hiçbir tanımlanmış yenilik önermeden sırf yıkım öneren sorumsuzluktur. Devrim her şeyi yıkmak ve yoktan var etmek değildir; varolan toplumsal malzemenin yeni ve ileri biçimlerde tekrar düzenlenmesi demektir; dolayısıyla yenilik yaratmak yanında, varolanı korumak gibi bir görevi de vardır. Devrimin yıkacağı şey, esasen zihinlerde olacaktır: hurafeler, mitler, köhnemış gelenekler, önyargılar, bilim gibi geçinen ideolojiler. Bu yıkım zorla değil, rasyonel ve insancı bir felsefenin, sahtelerinin yerine, ikna yoluyla geçmesiyle gerçekleşecektir.
TÜRKİYE VE DEVRİM
Devrim insan içındir; insan akıl yoluyla hayatta kalır; akıl ferdidir, dolayısıyla fert hak ve hürriyetinin olduğu yerde işler. Bu zincirden herhangi bir halkayı feda eden bir politik hercümerç, devrim değil "Saray Darbesi" ya da "Celali İsyanıdır"; ve yaratabileceği sonuç, ferdi ‘Millet - Devlet’ adına feda ediyorsa nasyonel sosyalist, ‘Sınıf-Devlet’ adına feda ediyorsa otoriter sosyalist bir kollektivist diktatörlüktür.
Dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi, Türkiye'de de devrim, bu iki diktatörlük tarzının çeşitli renklerinden biri olmak zorunda zannedildi. Devrim, evreni insana daha layık bir yer haline getirmek için yapılmış bilinçli çaba olarak anlaşılırsa; sadece gönüllü ve barışçı teşkilatlarla yapılan girişimler değil, ağaç dikmekten, rasyonel ve dürüst bir insan olma doğrultusunda sistematik çabaya kadar, her bireysel sebatkar faaliyet dahi devrimciliktir. Devrim böyle algılanırsa, reçeteye uygun değil diye hiç bir şey yapmamak veya intihar kabilinden çılgınlık yapmak çıkmazları dışında bir şey yapılabilir.
Türkiye Devriminin birinci zirvesi, Cumhuriyetin ilanı idi. İkinci zirvesi çok partili demokrasiye geçiş oldu. Üçüncü zirvesinin devrimciliğini, ne "kırlardan şehirlere mi, şehirlerden kırlara mı" diye tartışan kaba kollektivistler, ne de hem kapitalizmi tedricen yok edip (devletçiliği güçlendirip) hem de kapitalizmin mümkün kıldığı olumlu sonuçları (üretkenlik, etkinlik, hürriyetçi demokrasi) elde edelim diyen ince kollektivistler yapabilir.
Türkiye Devriminin üçüncü zirvesi, hürriyetçi demokrasilerin en ileri örneklerindeki kurum ve anlayışların hukuk ve hayata geçmesiyle gerçekleşecektir.
Fert hak ve hürriyetlerinin kutsallığı ilkesi, mülki sistemin merkezi tayinlere değil seçimle gelen yöneticilere dayanması ve yerel kolluk kuvvetlerinin bu seçilmiş yöneticiler kontrolünde olması ilkesi, jürili mahkemeler, TRT ve Yüksek Öğrenimde Devlet tekelinin fert veya fertlerin gönüllü işbirlikleri (birlikler, dernekler, ticari şirketler, kooperatifler, vakıflar vs.) lehine kaldırılması, sınırsız basın hürriyeti, sınırsız fikir hürriyeti, kriminal amaçlılar hariç sınırsız teşkilatlanma hürriyeti, fertlerin legal ekonomik faaliyetleri için sınırsız hürriyet (bürokratizmin tasfiyesi), batakçılığın ve totaliterizm ihtimallerinin azaltılması için ekonomide devletçiliğin asgariye indirilmesi, Türkiye'nin bugünkü devrimci gündeminin temel maddeleridir. |